Ne kadar çok geniş alanlı bir disiplin olsa da coğrafi çalışmaların ortak olan bazı tarafları vardır.Bu ortak taraflar coğrafi çalışmaların hemen tamamında az ya da çok vardır ve disiplini diğer bilimlerden ayırır.Amerikalı coğrafyacı William Pattison (1964) çokça tartışılan bu sorunu irdeledikten sonra coğrafi araştırmalarda yer bilimi, mekansal, insan-çevre ve bölgesel olmak üzere 4 gelenek ayırt etmiştir. Pattison'ın bu 4 geleneği coğrafyacılar arasında çok kabul görmüş ve coğrafyanın çok boyutluluğunun mükemmel bir ifadesi olarak kabul edilmiştir.
1- Mekânsal Boyut
Coğrafya öğrencilerine coğrafi sorular sormayı öğreten coğrafya eğitimcileri öncelikle coğrafi olay ve olguların nerede olduğunu, sonra da neden orada olduğunu sormayı öğretirler. Sonra da o olay ya da olgunun orada olmasının başka neleri etkilediğini ve orayı nasıl değiştirdiğini öğretirler. İşte bu, mekânsal coğrafyanın temelidir ve coğrafi anlayış içerisinde güçlü bir yere sahiptir.Eğer bir akademik disiplin bir kelimeye indirgenecekse jeolojinin kayaçlar, botaniğin bitkiler, sosyolojinin insanlar ve coğrafyanın mekan olduğu söylenebilir (Robinson, 1976).Coğrafyacılar tarih boyunca yerlerin lokasyon, konum, yön ve mesafe gibi özellikleri ile ve bunların şekil ve hareketliliği ile ilgilenmişlerdir. Ancak coğrafyanın sadece ‘dağılış bilimi’ olarak tanımlanması onun sadece bir boyutuna vurgu yapacağı için çok sağlıklı değildir. Diğer disiplinler de mesela kayaçların, bitkilerin ve etnik grupların dağılışı ile ilgilenir. Bu tür çalışmaların sadece coğrafyanın konusu olduğunu iddia etmek yerine, diğer disiplinlerin de dağılışları çalışmasından memnuniyet duymalıyız (Robinson, 1976). Türk coğrafya literatüründe olay ve olguların dağılışı üzerinde yeterince durulurken, bu olay ya da olguların yayılışı üzerinde yeterince durulduğunu söylemek zordur. Mesela bir yeniliğin ya da yeni bir modanın bir yerden diğer bir yere hangi kalıplar doğrultusunda yayıldığına değinen çalışmalar çok sınırlıdır. Halbuki mekânsal coğrafya bu ikisine eşit şekilde yer ayırmalıdır. Mekânsal boyut içerisinde birbirine karıştırılmaması gereken iki terim ' mekân've ‘mekânsallık’ terimleridir. Mekân terimi daha çok yer, alan yada bölge anlamında kullanılırken; mekânsallık daha çok geometrik kalıplarla ilgilenmektedir. Olay ve olguların geometrisi, ölçüsü ve hareketliliği mekânsal boyutta üzerinde durduğumuz ana kavramlardır.Mekanın geometrik ölçümlerle ifade edilmesi coğrafyada her zaman değişik ölçüde matematik kullanımını zorunlu kılmıştır. Coğrafyanın 1950’ lerde geçirmiş olduğu sayısal devrim süresince coğrafyacılar şehirlerin, arazi kullanımının, plaj çakıllarının, buzul birikintilerinin ve alış-veriş merkezlerinin mekânsal düzenini analiz etmişlerdir. Buradan da anlaşılacağı üzere mekânsallıktan kasıt herhangi bir mekândaki olay ve olguların düzenini, yayılımını, dağılımını ve eğilimlerini matematik modeller kullanarak ortaya koymaktır; yoksa herhangi bir yeri ele alıp onu bir mekân olarak incelemek değildir. Bu anlamda Türk coğrafya literatüründe mekânsallığı ele alan bir örnek vermek zordur. Mekânsallıktan neyin kastedilmek istendiğini daha somut olarak Von Thünen’in Tarımsal Arazi Kullanım modeli ve Christaller’in Merkezi Yerler Teorisi’ne bakarak anlamak mümkündür.
2- İnsan-Çevre İlişkileri Boyutu
İnsanlar bir fiziki çevrede yaşar ve bazı coğrafi çalışmalar, insanın içerisinde yaşadığı bu çevre ile ilişkilerinin ne olduğunu anlamaya çalışmaktadır. Coğrafya dışındaki bir çok akademisyen, coğrafya öğrencileri hatta zaman zaman coğrafya felsefesini özümsememiş bazı meslektaşlarımız coğrafyayı, fiziki unsurların insan faaliyetlerini nasıl kontrol ettiğini araştıran bir bilim olarak düşünürler. Böyle bir bakış açısı,insan-çevre ilişkilerini tek taraflı olarak görür ve çevresel determinizm denen eskimiş bir anlayışı yansıtır.İnsan-çevre geleneği coğrafya içerisinde her zaman önemli olmasına rağmen bu gelenekte de farklı yaklaşımlar gelişmiş ve geçen yüzyılın başında baş tacı edilen çalışmaların bulguları yüzyılın sonunda kesin bir dille reddedilir olmuştur. Kültürel ekoloji olarak bilinen insan ile fiziki çevre arasındaki ilişkileri yorumlamada büyük değişimler yaşanmıştır. Bu değişimleri Jordan-Byckov ve Domosh’dan (2003) özetle aşağıdaki gibi açıklayabiliriz (Arı ve Köse, 2005).Başlangıçta insan-çevre coğrafyacılarının kullandığı kavramsal çerçeve çevresel determinizmdi. Buna göre insan faaliyetleri büyük ölçüde çevresel faktörlere bağlıydı ve insan bu çevre içerisinde pasif bir role sahipti. İnsanların belli bir fiziki ortamda yapabilecekleri sınırlıydı ve insan ancak çevresindeki koşulların elverdiği ölçüde gelişebilirdi. Onlar,fiziki şartların rolünü o kadar abartmışlardır ki, örneğin dağ insanlarının basit, tutucu, yaratıcı olmayan yönlerini ve özgürlüklerine düşkün olmalarının engebeli arazi tarafından belirlendiğine inanırlardı. Aynı anlayışa göre çöl sakinleri tek tanrıya inanmaya eğilimlidir, yenilikleri endüstriyi ve demokrasiyi ise ılıman iklimler ortaya çıkarmıştır.
3- Yer Bilimi Boyutu
Coğrafya, bilimsel macerasına aslında bir yer bilimi olarak başlamıştı. Yerin tanınması ve çizilerek tasviri yukarıda değinildiği gibi ilk dönem coğrafyasının temel amacıydı. ‘Coğrafya bilimlerin anasıdır’ sözü buradan ortaya çıkmıştır. Daha sonra bu ananın çocukları olan diğer bilimler kendilerine çizdikleri farklı yönlerdeki yollardan ilerlerken coğrafya, yeryüzü ile en çok ilgilenen bilimlerden birisi olan jeoloji ile beraber kalmıştır. Modern üniversite yapılanmasının ortaya çıkmaya başladığı 1800’ lerden sonra da o zaman daha güçlü olan jeoloji bölümlerinin içerisinde kalmıştır. Jeoloji bölümlerindeki bazı bilim adamlarının insanı da işin içerisine katmaları sonucu modern coğrafyanın ilk temelleri bu bölümler içerisinde atılmış oldu. İnsana yapılan vurgu arttıkça da bu çalışmalar geleneksel jeoloji çalışmalarından farklılaşmaya başlamış ve ilk coğrafyacılar bu bölümlerdeki jeologlar arasından çıkmıştır. Dolayısı ile ilk dönem coğrafyacıların hemen tamamı jeoloji kökenlidir ve yer bilimi vurgusu onların çalışmalarının temelini oluşturuyordu.
1920’ lerden sonra Kuzey Amerika’da coğrafyanın yer ile olan bağlantısı gittikçe zayıflamış
Avrupa’da ise bu bağ daha güçlü bir şekilde devam etmiştir. Bu yüzyılın başında ise fiziki çevrede meydana gelen insan kaynaklı problemler nedeniyle bütün dünyada disiplinin fiziki boyutuna yeniden vurgu yapılmaya başlanmıştır. Ancak Türk coğrafyasında coğrafyayı, yer bilimi boyutu ile özdeşleştirmek son zamanlara kadar neredeyse bir gelenek halini almış ve hem coğrafya bölümleri hem de coğrafya yayınları jeomorfoloji ağırlıklı olagelmiştir. Bunun temel nedeni Türkiye’de modern coğrafyanın kurucularının büyük ölçüde fiziki coğrafyacılar ve jeologlar olmasındandır (Erinç, 1973). Bu durum Türkiye’deki çalışmaları Avrupa’daki eğilime biraz yaklaştırmış, ancak Amerika’daki eğilimin tersi yönünde geliştirmiştir.Dünyanın farklı yerlerindeki gelişim ne olursa olsun, coğrafya denince ilk akla gelen konulardan birisi yeryüzüdür. Yeryüzünün oluşumu,yeryüzü şekillerinin gelişimi, bu gelişimin farklı iklim ve kayaç yapısında aldığı formlar, insan müdahalelerinin bu yapılar üzerindeki etkisi, yeryüzü şekillerinden ya da yerin yapısından kaynaklanan fırsatlar ve tehditler coğrafyacılar için hep önemli konular olmuştur. Dolayısı ile coğrafya öğretiminde coğrafyanın bu boyutuna vurgu yapmak ve bu boyutu zaman zaman coğrafyanın kendisi olarak sunmak, diğer boyutlara da dikkat çekmek kaydı ile doğru bir yaklaşım olacaktır.
4-Bölgesel Boyut
Yukarıda değinildiği üzere, yeryüzü ve onun üzerindeki insan faaliyetleri hakkındaki bilgiler çoğalıp, yeryüzü şekillerinin ve insan faaliyetlerinin belli kalıplar içerdiği anlaşılınca, ortaya çıkan karmaşık durumu daha rahat anlamak için coğrafyacılar yeryüzünü daha küçük parçalara bölmeye çalışmışlardır. Nasıl ki tarihçiler tarihi daha iyi anlamak ve öğretebilmek için devirlere ayırıyorlarsa, coğrafyacılar da bölgelere ayırır. Özellikle son zamanlarda insan faaliyetlerinin çok çeşitlenmesi, bölgeler üzerinde önemli değişiklikler yapması ve bazı siyasi kararlar (Avrupa Birliği ’nin kuruluşu ve genişleme süreci gibi) bölgesel coğrafyanın halen yaşamakta olduğunu göstermektedir. Ancak özellikle coğrafi bilgi teknolojilerinin gelişiminden sonra,bölgelerle ilgili bilgiler arttıkça bunların toplanması, sınıflandırılması ve saklanması önemli bir sorun haline gelmişti. Ayrıca bu bilgilerin çokluğu zaman zaman anlamsız bilgi yığınlarının birbiri ile ilişkilendirilmeksizin ezberlenmesi sonucunu doğurmuştur. İşte coğrafyayı yer adı ya da dağ adı ezberleten bilim olarak gösteren durum budur. Bu sebeplerden dolayı bölgesel coğrafya,disiplin içerisinde zamanla zayıflamıştır. Şimdi yer adları ya da dağ ve başkent adları ezberlemenin coğrafya olmadığı yönünde, yaygın bir kanaat vardır ve bu doğrudur. Ancak burada yine ölçek konusuna geri dönecek olursak bu durumu iki farklı ölçekte ele almamız lazımdır.Bunlardan birincisi akademik çalışmalar içerisindeki bölgesel çalışmalar, ikincisi ise coğrafya öğretimindeki bölgesel yaklaşımdır.Bunlardan birincisi, yani akademik çalışmalarda bölgesel coğrafyanın durumu inişli ve çıkışlı bir seyir izlemiş, zaman zaman önemi azalmış yada artmıştır. Hatta 1950’lerden sonra coğrafya içerisindeki bölgesel coğrafyacılar ile, o yıllarda coğrafyayı daha ‘bilimsel’ hale getirmek isteyen sayısal coğrafyacıların desteği ile coğrafya ve bölgesel coğrafyadan bağımsız bir Bölge Bilimi (regional science) ortaya çıkmıştır. Bu bilim coğrafyacıların iktisatçılar ile şehir ve bölge planlamacıların ortak çalışması olarak ayrı bir disiplin şeklinde gelişmektedir (Yavan, 2007).Denilebilir ki bölge bilimi, coğrafyanın içerisindeki iki boyut olan bölgesel boyut ve mekânsal boyutun, ekonomistlerin teorileri ile birleşmesinden ortaya çıkmıştır (Robinson, 1976). Diğer taraftan akademik anlamda bölgesel coğrafya, özellikle 1980’ lerden sonra şekil değiştirerek coğrafya içerisinde varlığını korumuştur ve bazı araştırmacılar aksini iddia etse de, bütün bulgular bunun devam edeceği yönündedir
(Arı, 2005). Dolayısı ile bölgesel coğrafya akademik coğrafya içerisinde hep önemli bir boyut olarak kalmış ve kalmaya da devam edecektir.İkinci durum bölgesel coğrafyanın coğrafya eğitimi içerisindeki durumu ile ilgilidir. Pedagojik amaçlarla bir bütünü parçalara ayırıp, o parçaların öğretilmesi her zaman kolaylık sağlamaktadır. Dünyanın neredeyse bütün ülkelerinde bu yöntem coğrafya eğitiminin vazgeçilmez özelliği durumundadır ve halkın gözündeki coğrafya algısı da çoğu yerde bu yöndedir. Burada yer adları ezberleten bilim olumsuzluğundan kurtulmanın yolları vardır. Coğrafya eğitimcileri bölgeleri öğretirken,oradaki bazı önemli yerleri, dağları, nehirleri vs. ezberletmek yerine insanların tarım alanlarını, bahçelerini, yollarını, evlerini, sanayilerini v.s. yerel fiziki çevre şartları ile uyumu anlamında farklı şekillerde nasıl organize ettikleri gibi konularla ilgilenmeli ve bu özelliklerin bir yerden diğer bir yere nasıl değiştiği ve bu değişimin sebeplerinin neler olabileceği üzerinde durmalıdır. Ayrıca bu boyutun öğretilmesi sırasında mekânsal boyuttan da yararlanılmalı, zaman zaman bu ikisi beraber düşünülmelidir. A.B.D’de uzun yıllardan sonra geliştirilmiş olan yeni coğrafya standartları içerinde bölgesel coğrafyaya önemli bir yer ayrılmıştır. Bu ülkede bölgesel coğrafyaya, coğrafya eğitimi içerisinde didaktik nedenlerden dolayı,akademik coğrafya içerisinde olduğundan daha fazla ağırlık verilmektedir.
Coğrafya Öğretiminde Yöntem ve Yaklaşımlar
Editörler
Ramazan ÖZEY
Ali DEMİRCİ
Yazarlar
Yılmaz ARI
Mustafa ÖZTÜRK
Ali DEMİRCİ
Seçil ALKIŞ
Süleyman İNCEKARA
Halil İbrahim TAŞ
Ünal YILDIRIM
Akif KARATEPE
Ali ÖZEL
Turay KESLER
Mehmet ÜNLÜ
İlhan KAYA
Mehmet KARAKUYU
http://www.academia.edu/22218221/Co%C4%9Frafya_%C3%B6%C4%9Fretiminde_y%C3%B6ntem_ve_yakla%C5%9F%C4%B1mlar_Methods_and_approaches_in_geography_education_
1- Mekânsal Boyut
Coğrafya öğrencilerine coğrafi sorular sormayı öğreten coğrafya eğitimcileri öncelikle coğrafi olay ve olguların nerede olduğunu, sonra da neden orada olduğunu sormayı öğretirler. Sonra da o olay ya da olgunun orada olmasının başka neleri etkilediğini ve orayı nasıl değiştirdiğini öğretirler. İşte bu, mekânsal coğrafyanın temelidir ve coğrafi anlayış içerisinde güçlü bir yere sahiptir.Eğer bir akademik disiplin bir kelimeye indirgenecekse jeolojinin kayaçlar, botaniğin bitkiler, sosyolojinin insanlar ve coğrafyanın mekan olduğu söylenebilir (Robinson, 1976).Coğrafyacılar tarih boyunca yerlerin lokasyon, konum, yön ve mesafe gibi özellikleri ile ve bunların şekil ve hareketliliği ile ilgilenmişlerdir. Ancak coğrafyanın sadece ‘dağılış bilimi’ olarak tanımlanması onun sadece bir boyutuna vurgu yapacağı için çok sağlıklı değildir. Diğer disiplinler de mesela kayaçların, bitkilerin ve etnik grupların dağılışı ile ilgilenir. Bu tür çalışmaların sadece coğrafyanın konusu olduğunu iddia etmek yerine, diğer disiplinlerin de dağılışları çalışmasından memnuniyet duymalıyız (Robinson, 1976). Türk coğrafya literatüründe olay ve olguların dağılışı üzerinde yeterince durulurken, bu olay ya da olguların yayılışı üzerinde yeterince durulduğunu söylemek zordur. Mesela bir yeniliğin ya da yeni bir modanın bir yerden diğer bir yere hangi kalıplar doğrultusunda yayıldığına değinen çalışmalar çok sınırlıdır. Halbuki mekânsal coğrafya bu ikisine eşit şekilde yer ayırmalıdır. Mekânsal boyut içerisinde birbirine karıştırılmaması gereken iki terim ' mekân've ‘mekânsallık’ terimleridir. Mekân terimi daha çok yer, alan yada bölge anlamında kullanılırken; mekânsallık daha çok geometrik kalıplarla ilgilenmektedir. Olay ve olguların geometrisi, ölçüsü ve hareketliliği mekânsal boyutta üzerinde durduğumuz ana kavramlardır.Mekanın geometrik ölçümlerle ifade edilmesi coğrafyada her zaman değişik ölçüde matematik kullanımını zorunlu kılmıştır. Coğrafyanın 1950’ lerde geçirmiş olduğu sayısal devrim süresince coğrafyacılar şehirlerin, arazi kullanımının, plaj çakıllarının, buzul birikintilerinin ve alış-veriş merkezlerinin mekânsal düzenini analiz etmişlerdir. Buradan da anlaşılacağı üzere mekânsallıktan kasıt herhangi bir mekândaki olay ve olguların düzenini, yayılımını, dağılımını ve eğilimlerini matematik modeller kullanarak ortaya koymaktır; yoksa herhangi bir yeri ele alıp onu bir mekân olarak incelemek değildir. Bu anlamda Türk coğrafya literatüründe mekânsallığı ele alan bir örnek vermek zordur. Mekânsallıktan neyin kastedilmek istendiğini daha somut olarak Von Thünen’in Tarımsal Arazi Kullanım modeli ve Christaller’in Merkezi Yerler Teorisi’ne bakarak anlamak mümkündür.
2- İnsan-Çevre İlişkileri Boyutu
İnsanlar bir fiziki çevrede yaşar ve bazı coğrafi çalışmalar, insanın içerisinde yaşadığı bu çevre ile ilişkilerinin ne olduğunu anlamaya çalışmaktadır. Coğrafya dışındaki bir çok akademisyen, coğrafya öğrencileri hatta zaman zaman coğrafya felsefesini özümsememiş bazı meslektaşlarımız coğrafyayı, fiziki unsurların insan faaliyetlerini nasıl kontrol ettiğini araştıran bir bilim olarak düşünürler. Böyle bir bakış açısı,insan-çevre ilişkilerini tek taraflı olarak görür ve çevresel determinizm denen eskimiş bir anlayışı yansıtır.İnsan-çevre geleneği coğrafya içerisinde her zaman önemli olmasına rağmen bu gelenekte de farklı yaklaşımlar gelişmiş ve geçen yüzyılın başında baş tacı edilen çalışmaların bulguları yüzyılın sonunda kesin bir dille reddedilir olmuştur. Kültürel ekoloji olarak bilinen insan ile fiziki çevre arasındaki ilişkileri yorumlamada büyük değişimler yaşanmıştır. Bu değişimleri Jordan-Byckov ve Domosh’dan (2003) özetle aşağıdaki gibi açıklayabiliriz (Arı ve Köse, 2005).Başlangıçta insan-çevre coğrafyacılarının kullandığı kavramsal çerçeve çevresel determinizmdi. Buna göre insan faaliyetleri büyük ölçüde çevresel faktörlere bağlıydı ve insan bu çevre içerisinde pasif bir role sahipti. İnsanların belli bir fiziki ortamda yapabilecekleri sınırlıydı ve insan ancak çevresindeki koşulların elverdiği ölçüde gelişebilirdi. Onlar,fiziki şartların rolünü o kadar abartmışlardır ki, örneğin dağ insanlarının basit, tutucu, yaratıcı olmayan yönlerini ve özgürlüklerine düşkün olmalarının engebeli arazi tarafından belirlendiğine inanırlardı. Aynı anlayışa göre çöl sakinleri tek tanrıya inanmaya eğilimlidir, yenilikleri endüstriyi ve demokrasiyi ise ılıman iklimler ortaya çıkarmıştır.
3- Yer Bilimi Boyutu
Coğrafya, bilimsel macerasına aslında bir yer bilimi olarak başlamıştı. Yerin tanınması ve çizilerek tasviri yukarıda değinildiği gibi ilk dönem coğrafyasının temel amacıydı. ‘Coğrafya bilimlerin anasıdır’ sözü buradan ortaya çıkmıştır. Daha sonra bu ananın çocukları olan diğer bilimler kendilerine çizdikleri farklı yönlerdeki yollardan ilerlerken coğrafya, yeryüzü ile en çok ilgilenen bilimlerden birisi olan jeoloji ile beraber kalmıştır. Modern üniversite yapılanmasının ortaya çıkmaya başladığı 1800’ lerden sonra da o zaman daha güçlü olan jeoloji bölümlerinin içerisinde kalmıştır. Jeoloji bölümlerindeki bazı bilim adamlarının insanı da işin içerisine katmaları sonucu modern coğrafyanın ilk temelleri bu bölümler içerisinde atılmış oldu. İnsana yapılan vurgu arttıkça da bu çalışmalar geleneksel jeoloji çalışmalarından farklılaşmaya başlamış ve ilk coğrafyacılar bu bölümlerdeki jeologlar arasından çıkmıştır. Dolayısı ile ilk dönem coğrafyacıların hemen tamamı jeoloji kökenlidir ve yer bilimi vurgusu onların çalışmalarının temelini oluşturuyordu.
1920’ lerden sonra Kuzey Amerika’da coğrafyanın yer ile olan bağlantısı gittikçe zayıflamış
Avrupa’da ise bu bağ daha güçlü bir şekilde devam etmiştir. Bu yüzyılın başında ise fiziki çevrede meydana gelen insan kaynaklı problemler nedeniyle bütün dünyada disiplinin fiziki boyutuna yeniden vurgu yapılmaya başlanmıştır. Ancak Türk coğrafyasında coğrafyayı, yer bilimi boyutu ile özdeşleştirmek son zamanlara kadar neredeyse bir gelenek halini almış ve hem coğrafya bölümleri hem de coğrafya yayınları jeomorfoloji ağırlıklı olagelmiştir. Bunun temel nedeni Türkiye’de modern coğrafyanın kurucularının büyük ölçüde fiziki coğrafyacılar ve jeologlar olmasındandır (Erinç, 1973). Bu durum Türkiye’deki çalışmaları Avrupa’daki eğilime biraz yaklaştırmış, ancak Amerika’daki eğilimin tersi yönünde geliştirmiştir.Dünyanın farklı yerlerindeki gelişim ne olursa olsun, coğrafya denince ilk akla gelen konulardan birisi yeryüzüdür. Yeryüzünün oluşumu,yeryüzü şekillerinin gelişimi, bu gelişimin farklı iklim ve kayaç yapısında aldığı formlar, insan müdahalelerinin bu yapılar üzerindeki etkisi, yeryüzü şekillerinden ya da yerin yapısından kaynaklanan fırsatlar ve tehditler coğrafyacılar için hep önemli konular olmuştur. Dolayısı ile coğrafya öğretiminde coğrafyanın bu boyutuna vurgu yapmak ve bu boyutu zaman zaman coğrafyanın kendisi olarak sunmak, diğer boyutlara da dikkat çekmek kaydı ile doğru bir yaklaşım olacaktır.
4-Bölgesel Boyut
Yukarıda değinildiği üzere, yeryüzü ve onun üzerindeki insan faaliyetleri hakkındaki bilgiler çoğalıp, yeryüzü şekillerinin ve insan faaliyetlerinin belli kalıplar içerdiği anlaşılınca, ortaya çıkan karmaşık durumu daha rahat anlamak için coğrafyacılar yeryüzünü daha küçük parçalara bölmeye çalışmışlardır. Nasıl ki tarihçiler tarihi daha iyi anlamak ve öğretebilmek için devirlere ayırıyorlarsa, coğrafyacılar da bölgelere ayırır. Özellikle son zamanlarda insan faaliyetlerinin çok çeşitlenmesi, bölgeler üzerinde önemli değişiklikler yapması ve bazı siyasi kararlar (Avrupa Birliği ’nin kuruluşu ve genişleme süreci gibi) bölgesel coğrafyanın halen yaşamakta olduğunu göstermektedir. Ancak özellikle coğrafi bilgi teknolojilerinin gelişiminden sonra,bölgelerle ilgili bilgiler arttıkça bunların toplanması, sınıflandırılması ve saklanması önemli bir sorun haline gelmişti. Ayrıca bu bilgilerin çokluğu zaman zaman anlamsız bilgi yığınlarının birbiri ile ilişkilendirilmeksizin ezberlenmesi sonucunu doğurmuştur. İşte coğrafyayı yer adı ya da dağ adı ezberleten bilim olarak gösteren durum budur. Bu sebeplerden dolayı bölgesel coğrafya,disiplin içerisinde zamanla zayıflamıştır. Şimdi yer adları ya da dağ ve başkent adları ezberlemenin coğrafya olmadığı yönünde, yaygın bir kanaat vardır ve bu doğrudur. Ancak burada yine ölçek konusuna geri dönecek olursak bu durumu iki farklı ölçekte ele almamız lazımdır.Bunlardan birincisi akademik çalışmalar içerisindeki bölgesel çalışmalar, ikincisi ise coğrafya öğretimindeki bölgesel yaklaşımdır.Bunlardan birincisi, yani akademik çalışmalarda bölgesel coğrafyanın durumu inişli ve çıkışlı bir seyir izlemiş, zaman zaman önemi azalmış yada artmıştır. Hatta 1950’lerden sonra coğrafya içerisindeki bölgesel coğrafyacılar ile, o yıllarda coğrafyayı daha ‘bilimsel’ hale getirmek isteyen sayısal coğrafyacıların desteği ile coğrafya ve bölgesel coğrafyadan bağımsız bir Bölge Bilimi (regional science) ortaya çıkmıştır. Bu bilim coğrafyacıların iktisatçılar ile şehir ve bölge planlamacıların ortak çalışması olarak ayrı bir disiplin şeklinde gelişmektedir (Yavan, 2007).Denilebilir ki bölge bilimi, coğrafyanın içerisindeki iki boyut olan bölgesel boyut ve mekânsal boyutun, ekonomistlerin teorileri ile birleşmesinden ortaya çıkmıştır (Robinson, 1976). Diğer taraftan akademik anlamda bölgesel coğrafya, özellikle 1980’ lerden sonra şekil değiştirerek coğrafya içerisinde varlığını korumuştur ve bazı araştırmacılar aksini iddia etse de, bütün bulgular bunun devam edeceği yönündedir
(Arı, 2005). Dolayısı ile bölgesel coğrafya akademik coğrafya içerisinde hep önemli bir boyut olarak kalmış ve kalmaya da devam edecektir.İkinci durum bölgesel coğrafyanın coğrafya eğitimi içerisindeki durumu ile ilgilidir. Pedagojik amaçlarla bir bütünü parçalara ayırıp, o parçaların öğretilmesi her zaman kolaylık sağlamaktadır. Dünyanın neredeyse bütün ülkelerinde bu yöntem coğrafya eğitiminin vazgeçilmez özelliği durumundadır ve halkın gözündeki coğrafya algısı da çoğu yerde bu yöndedir. Burada yer adları ezberleten bilim olumsuzluğundan kurtulmanın yolları vardır. Coğrafya eğitimcileri bölgeleri öğretirken,oradaki bazı önemli yerleri, dağları, nehirleri vs. ezberletmek yerine insanların tarım alanlarını, bahçelerini, yollarını, evlerini, sanayilerini v.s. yerel fiziki çevre şartları ile uyumu anlamında farklı şekillerde nasıl organize ettikleri gibi konularla ilgilenmeli ve bu özelliklerin bir yerden diğer bir yere nasıl değiştiği ve bu değişimin sebeplerinin neler olabileceği üzerinde durmalıdır. Ayrıca bu boyutun öğretilmesi sırasında mekânsal boyuttan da yararlanılmalı, zaman zaman bu ikisi beraber düşünülmelidir. A.B.D’de uzun yıllardan sonra geliştirilmiş olan yeni coğrafya standartları içerinde bölgesel coğrafyaya önemli bir yer ayrılmıştır. Bu ülkede bölgesel coğrafyaya, coğrafya eğitimi içerisinde didaktik nedenlerden dolayı,akademik coğrafya içerisinde olduğundan daha fazla ağırlık verilmektedir.
Coğrafya Öğretiminde Yöntem ve Yaklaşımlar
Editörler
Ramazan ÖZEY
Ali DEMİRCİ
Yazarlar
Yılmaz ARI
Mustafa ÖZTÜRK
Ali DEMİRCİ
Seçil ALKIŞ
Süleyman İNCEKARA
Halil İbrahim TAŞ
Ünal YILDIRIM
Akif KARATEPE
Ali ÖZEL
Turay KESLER
Mehmet ÜNLÜ
İlhan KAYA
Mehmet KARAKUYU
http://www.academia.edu/22218221/Co%C4%9Frafya_%C3%B6%C4%9Fretiminde_y%C3%B6ntem_ve_yakla%C5%9F%C4%B1mlar_Methods_and_approaches_in_geography_education_
Yorumlar
Yorum Gönder